Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bu İskenderun'da Firenk ve Rumlar oturduğundan cami, han, hamam, çarşı, pazar gibi şeyler yoktur. Ama meyhaneleri çoktur. Bazı gidip gelenler kış mevsiminde meyhanelerde kaldıklarından sanki meyhaneleri birer handır.
Sayfa 350 - İskenderun
Hususi Helvacı Çarşısı vardır. "Konya'da adama helvayı döverek yedirirler" meseli meşhurdur.
Sayfa 339 - Konya
Reklam
Ve bu şehrin şunları meşhurdur: İzmir narı, bademi ve sabunu cihanı tutmuştur. Balı, beyaz ekmeği de meşhurdur. Ve bu şehrin hayat kaynağı suyunu hayırsever Baltacı Mahmud Ağa, altı saatlik yerden, sarp kayalardan, çokça mal sarf edip şehre getirtmiştir; amma yeraltından gelmediği için sıcaktır. Amma hazmı kolay saf bir sudur. Ve bu şehrin cümle caddeleri boydan boya beyaz taş kaldırım döşelidir ve tertemizdir. Ve sahil şehri olduğu için limon, turunç, nar, zeytin, incir, servi, çınar ve gülnar ağacı çoktur. Ve ancak bir hurma ağacı vardır ki başı göğe değmiş düz bir ağaçtır. Amma aşlamasını bilmediklerinden hurması olmaz.
"Çalma kapıyı çalarlar kapını. Cihanın alçak olduğunu bilmedin mi?"
Sayfa 299 - Köprülü Mehmet Paşa
Velhasıl, Hüda'nın yarattığı ilginç bir ağaçtır. ? senesinde bu ağacın bir dalı şiddetli bir rüzgarla kopuvermiş. Hasan Beşe adında bir adam bu dalı bulup evine götürmüş. Hanımı bu ağacı ateşe atınca çıkan kokuyu koklayan hanım, üç cariye, üç çocuk ve civarda bulunan on yedi adam oracıkta can vermişler. "Bu olay yakın zamanda oldu" diye nice ihtiyarlar şahitlik ettiler. O vakitten beri bu ağacın gölgesine bile yaklaşmaktan korkulur olmuş. Adı geçen Hasan Beşe'nin de bir koluna felç gelmiş; epey bir zaman bu felç marazıyla yaşamış ve yakın zamanda merhum olmuş. Bu olay tevatürle sabit olup meşhurdur da. Bütün bunlardan dolayı hiç kimse bu ağaca el süremez.
Kaydefa heykelinin yüzü kuzeye dönüktür. O tarafta bir metin kule vardır ki orada bir hazine saklıdır. İşte bu yüzden Kaydefa o hazineye bakar, onun tılsımıdır, diye söylerler. Hakikaten de o kule, burç ve duvarlardan daha ziyade dikkat ile istihkam üzre bina edilmiş metin bir kuledir. Ve bu kale kapısından elli adım uzaktaki kapı önünde ibret verici bir ağaç bulunmaktadır. Yeryüzünde o kadar yer gezdim, o şekilde tuhaf bir ağaç görmedim. Çitlembik ağacına benziyor amma bundan öyle bir halis yağ çıkar ki yetmiş iki derde devadır. Yapraklarının yaradılışı benzersizdir. Amma Yanvan-ı Yunan tarihinde "Kaydefa Ana kendi eliyle dikmiştir" diye yazmaktadır. Hakka ki filizleri nice bin yıl yaşamış olan ağacın işaretini verir; hala daha taptazedir. Hıristiyanlar bir tane kuru yaprağı için bin taze can verirler. Kimse bilmez ki neylerler. Kaydefa heykeli de daima bu ağacı seyreder haldedir. Defineciler de bu ağacı rahat bırakmazlar; her gün dibini ve etrafını kazıp mal bulmaya çalışırlar. Sabahleyin ise kale neferleri kazılan bütün yerleri takrardan kapatırlar. Bu denli görülesi, bambaşka bir ağaçtır.
Reklam
Kahr Kalesi olarak geçiyor günümüz ismi: Kadifekale
Amma hala bu mezkur yukarı kalenin, batıya nazır bir demir kanadı, kuvvetli bir kapısı vardır. O kapıya taşradan içeri girilecek mahallinde, sağ tarafındaki kulenin iki adam uzunluğundaki yüksek yerimde, bir küçük kemer altında, beyaz mermerden Kaydefa ananın bir sureti vardır. İnsan baktığında canlı zannedip hayran kalır; ne tarafa gitsen ol tarafa baktığını sanırsın. Tebessüm etsen onun da tebessüm ettiğini, ağlasan ağladığını sanırsın. Garib bir temaşadır. Lakin gerdanında aşağı vücudu yoktur. Gerdanında halkası, kırmızı çehresi, kulağında küpesi ve kafasında bükülü giysisi ve sürmeli ceylan gözleriyle tasvir olunmuş parlak yüzlü peri peykerdir.
Amma Burunabad kazası hepsinden mahsuldar, sümüklü, murdar bir kazadır. Zira cümle halkı uğursuz Rumlardır.
Şehr-i Azim ve Taht-ı Kadim İzmir Kalesi
Büyük İskender ile muasır olan Kaydefa melike isminde Yunanistan'dan bir kraliçeye ait bina ve tahttır. Sonraları Sultan Alaeddin-i Selçukiyan asrında Alaeddin'in becerikli vezirlerinden Sığla oğlu Ali Bey tarafından, Kaydefa'nın neslinden İzmirne isimli bir kraliçenin elinden, halkını kıra kıra fethedilip İslam topraklarına katılmıştır.
Şehir halkı bütün eşyalarını, kilimlerini, kap kaçaklarını hatta evlerinin kapılarını bile açık bırakıp bağlara giderler. Şehirde ancak bekçi olarak on kadar kimse kalır. Bunlar da koyu renk elbiseler giyip, yüzlerini burkalar ile sarıp sarmalayıp, ellerine de birer davul geçirip, ta sabaha kadar davullara vurarak şehri muhafaza edip gezerlerdi. Bir an bile durmaya kadir değillerdi. Ve davul bereketiyle sivrisinekten kurtulurlardı, zira sivrisinekler sazlıkta yaşadığından neyzen misali saz çalar. İğnesini batırmak için insana yaklaşırken neyzenlik ederek fasıl ile gelir. Onun için Melemen halkı her gece sivrisineğe davul çalar. Bu Germiyan, Aydın, Saruhan, Sığla, Bursa ve Teke sancakları ahalilerinin aralarında bir söz olsa yahut mirliva davulları hoş bir sada ve ahenk vermese "Melemen davulu gibi öter" derler, bu söz bir darbımesel olmuştur.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.